25 Ocak 2012 Çarşamba

Ocak

Birini kaybetmek (yani burda kastettiğim birinin ölmesi) fikrine alışmak zorunda olmak, herkesin genel geçer kabul ettiği bir durum. Biri ölüyor, o zaman diyorsun ki ya da insanlar diyor ki -e zamanla alışıyor insan-. Bana kalırsa durum tersten işliyor. Ölen kişinin durumuna da bağlı tabiki, yani ölen kişi birden öldüyse büyük bir şokla birlikte yıllarca süren bir üzüntü meselesi.

Eğer ki ölen kişinin öleceği bekleniyorsa ve kişi birden ölüyorsa üzülebileceğin noktanın en başındasın. Çünkü bu fikre en yakın anındasın. Evet diyorsun, olacak. Durum bunu gösteriyor. Genel olarak insanların "bak görüyor musun? hiç de o kadar üzülmedi. ağlamadı sanki dimi ben görmedim" demeleri bundan. Sen de farkındasın, hayatına devam edebiliyor gibi oluyorsun birden. Fakat, işte dediğim gibi durum tersten işliyormuş da farkında değilmişsin. Asıl ölen kişiyi kaybettikten sonraki zaman dilimlerinde, ölen kişinin geri gelmediğini görmek seni daha da üzüntüye atıyormuş. Bir kaç ay değil epey bir zaman sonra hep böyle olacak. Hiç gelmeyecek. Bir daha hiç izi olmayacak. Daha da üzülüyorsun, daha da üzülüyorsun. Üzüntü gittikçe büyüyor ve üzüntün bir gün (o kadar çok üzülmüşsün ki) küçücük bir nokta gibi kalacak. O kadar küçük bir nokta olacak ki hatırlamayabilirsin.

Uzmanlar diyormuş ki; sizi üzen şeyin sizi üzmesine izin verin (eğer yapacak başka bir şeyiniz yoksa) Eğer öteler ve sonuna kadar üzülmeden rafa kaldırıp unutmaya çalışırsanız, bir gün o raftan inecek ve mutlu olmayı engelleyen bir kabus gibi kafanızın içine çökecek.

Biri üzülüyorsa, biraz bırakıp üzülmesine fırsat vermek lazım. Üzülmemek de kötü.

5 Ocak 2012 Perşembe

Bir gün

Böyle uzun uzun sarılıp hiçbir yere gitmek zorunda kalmayacakmışız. Bayıldım bu fikire